Seçici Beğeninin Sonsuz Mutluluğu
- PUBLISHER
- Bengisu Demirkaya
- CATEGORY
- article
- DATE
- 10/06/2024
Seçici Beğeninin Sonsuz Mutluluğu
(Eternal Happiness of Selective Taste)
“Size itiraf etmem gereken bir şey var; ben bir “hater”ım.” diyerek başlıyor yazısına Elizabeth Goodspeed. Goodspeed; tasarım, çağdaş sanat ve görsel kültür üzerine odaklanan Londra merkezli dijital dergi It’s Nice That (itsnicethat.com) serbest editörü. Bir süredir yine bu online platform üzerinden düzenli köşe yazıları yayınlıyor. Bu yazılarda sektöre hitap eden güncel konular üzerine yorumlar ve incelemeler yapıyor. Son yazısı da eleştirmek / eleştirmenlik ve “hater” olma kültürü üzerineydi. Yazımın başındaki cümle de son köşesindeki yazısının açılış cümlesi. Tabii böyle bir girişten sonra yazının geri kalanını da zevkle okumamak mümkün değil; yalayıp yuttum hemen. Kendine has, okuması kolay ve konuşma tonunda bir dil kullanıyor. Ama yazımın konusu onun yazarlığının teknikleri üzerine değil. Biçiminden ziyade içeriğinde değindiği başlıklar beni kendimle ilgili düşüncelere itti.
"I have a confession to make; I'm a hater." She starts her piece with this sentence. She; Elizabeth Goodspeed is the editor-at-large of It's Nice That (itsnicethat.com) a London based online magazine and news portal which focuses on design, contemporary art and visual culture. For some time she has been writing columns about the design culture and her takes on them. Her latest one was about criticism / being a critic, and hater culture. The first sentence of my article was the opening sentence of her latest column. After such a grandiose entrance, I've read the rest of the essay in an instance, as if I was devouring the piece. She has a; witty, unique, easy to read, tone of voice, which I very much enjoy, but my topic today is not about the techniques she uses in her writing but rather about the content, which got me thinking about myself.
Kendime “memnuniyetsiz” biri derim. Neden mi? Bir filme giderim ve çıktığım anda arkadaşlarıma şikayetlerimi dile getirmeye başlarım. Odaklandığım kısım eserdeki eksikliklerdir (bana göre 😅). Zor beğenen veya hiçbir şeyi beğenmeyen biri gibi algılanırım, kaçınılmaz bir “hater” olurum bir anda. Dolayısıyla Goodspeed’in sözleri ile anında bir bağ kurdum. Konuyu ele alış biçimi beni çok rahatlattı. Ustaca bir araya getirilmiş az sayıda kelime sayesinde rahatsız olduğum bir tarafımı gördüm. Bir anda benim için memnuniyetsiz olmanın tanımı değişti. Ben etrafı ile ilişkisi yüksek, neyi nasıl sevdiğim hakkında kuvvetli fikirlere sahip biriyim. Bazı normlara uymak adına bu fikirlerimi bastırmıyorum. Yani diyebilirim ki; “hater” olmaktan çekinmiyorum, artık.
I would use a handful of words to define myself; and one of them is “not being content”. I'll go see a movie and immediately afterwards I'll start complaining about it to my friends. I almost always focus on parts that needs improving (according to me 😅) This makes me a person who does not enjoy things, or never likes anything, or a hater. So I immediately connected with Goodspeed’s words while reading those sentences, and I felt relieved. These very few number of words which were assembled in a very skilled way, made me see a part of myself that I was not fully aware of. Meaning of "not being content" has changed for me. I am a person who is in a keen relationship with her environment, and has strong senses about the things she likes. I am no longer compressing my thoughts in order to fit in. Besides, now I am comfortable to say that I am a hater.
Kendime “memnuniyetsiz” biri derim. Neden mi? Bir filme giderim ve çıktığım anda arkadaşlarıma şikayetlerimi dile getirmeye başlarım. Odaklandığım kısım eserdeki eksikliklerdir.
I would use a handful of words to define myself; and one of them is “not being content”. I'll go see a movie and immediately afterwards I'll start complaining about it to my friends.
Tablolar, yazılar, filmler, kitaplar, tiyatro… Hepsi bir şekilde insanların yaşadığı hisleri birbirlerine aktarmayı sağlıyor. Farklı bakış açıları sayesinde kendi acılarımızı anlayabiliyoruz. Bu hisleri farklı kanallara yöneltebiliyoruz. Bu durum benim yaşadığım gibi küçük bir aydınlanma da olabilir, Bill Murray’inki gibi hayat kurtaran bir deneyim de olabilir. Sanat içimizde isimlendiremediğimiz, anlayamadığımız, belki çoğu zaman farkına bile varamadığımız hislerimizi somutlaştırıyor. Sanat eserinin üretim amacından bağımsız olarak, her eser bir tercüme gibi bizi bize anlatıyor. Bence istemsizce okuduğumuz, izlediğimiz ve gördüğümüz her eserde kendimizden bir parça buluyoruz. Bu sayede yaşam ile olan ilişkimiz gelişiyor hatta yeni bir bağ kuruyoruz. Belki de kendimizi yabancı hissettiren taraflarımızla barışabiliyoruz. Yani umarım.
Paintings, essays, movies, books, theater… They all act as a bridge to deliver feelings each human has. With every different point of view, we can perceive our pain and suffering, and maybe, if we're lucky enough, we can channel these feelings towards different things. These moments can be a small awakening like mine, or a life saving experience like Bill Murrays's. Even though it's not necessarily the reason why an art piece gets made; I feel like art exists to identify the feelings we have in each of us which we can not name, nor understand, nor even notice for most of the time. I think we don't have a choice but to find a piece of ourselves in the things we read, and watch, and see. Through this; our connection to life gets stronger, and we even get comfortable with the sides which makes us feel like strangers. At least that's what I hope.
Bengisu Demirkaya works as a Designer at Ba'ndo.