Barbie’nin Fa Jin Etkisi
- PUBLISHER
- Bahar Nihal Ersözlü
- CATEGORY
- opinion
- DATE
- 23/07/2023
Barbie Filmi’nin üzerimize çullanan iletişim ve reklam kampanyalarından başımı biraz kaldırabildiğimde, pembe bir marka denizinden derin bir nefes alarak çıkabiliyorum. Çocukluğunda hiç Barbie bebeği olmayan biri olarak, ilk defa Barbie’nin kim olduğunu ve nasıl dünyamıza yayıldığını merak eder oldum. Toz pembe büyülü dünyası 40’lı yaşlarımda beni kendisine çekerken neyin içine doğru aktığımı anlamak istedim. Bu noktada, Barbie’nin tarihçesine kısaca girmek istiyorum.
Barbara Millicent Roberts, namı diğer ‘Barbie’, 9 Mart 1959 yılında Amerikan oyuncak şirketi Mattel’in bünyesinde Amerikalı iş kadını Ruth Handler tarafından tasarlandı. Ruth’un ilham kaynağı aslında, Almanca yayınlanan tabloid Bild'deki popüler bir çizgi roman karakterinin modellenmesiyle yaratılan ve para avcısı bir seks sembolü olan Bild-Lilli’dir.
Barbie’nin yıllar boyunca aldığı eleştirilerle birlikte tüm kadınlık hallerinin üzerine giydirilmesine; ev hanımından cerraha, Budist Barbie’den denizkızına uzanan kimlik yolculuğunda toplumun tüm dayatmacılığını nasıl üstlendiğine şahit oluyoruz.
Bild-Lilli çocuklar için tasarlanan bir oyuncak bebek değildi elbette, fakat Barbie çok kısa bir sürede kız çocukları için yükselen bir marka haline geldi. Gerçekçi olmayan güzellik standartlarını teşvik ettiği için yıllar boyunca pek çok eleştiri almış olsa da pek çok yönden kendisinden önce üretilen oyuncak bebeklerden ayrışıyordu. Kızların sadece anne olmaya hazır olmalarını amaçlayan oyuncak bebeklerin aksine, kadınlık statükosunu altüst eden radikal bir ayrışmanın temsilcisi oldu Barbie bebekleri.
Kız çocuklarının, çocuk yetiştirmeyi taklit etmekten ziyade, yetişkin sosyal ilişkilerini taklit etmeye daha meyilli olduğunu fark eden Handler’in, 1959'da Mattel'in kurucusu ve eşi Elliot Handler ile birlikte Amerikan Uluslararası Oyuncak Fuarı'nda tanıttığı Barbie bebeği, çok kısa bir zamanda bilinirliği yüksek bir oyuncağa dönüştü. Amerika’da önceden satılan oyuncak bebeklerin aksine Barbie, anne olma kimliğine bağlı olmayan, fiziksel çekiciliğe sahip, genç ve ikonik bir kadın imajı sunuyordu. Barbie çok kısa sürede başarıyı yakaladı ve televizyon reklamları aracılığıyla çocuklara pazarlanan ilk oyuncaklardan biri oldu.
Mattel şirketi yıllar içinde geliştirdiği iç görülerle, kadınların profesyonel iş seçeneklerini yansıtmaya başladı; Barbie’nin meslekleri Sovyet kozmonot Valentina’nın uzaya çıkışından iki yıl sonra 1965’te üretilen Astronot Barbie’ye kadar, ‘kadınlara yakıştırılan işler’den oluşuyordu: moda tasarımcısı, hemşire, uçuş görevlisi, çocuk bakıcısı gibi. 1973 yılında cerrahlığa soyunan Barbie, 1968 yılında çok tartışma yaratan siyah, Afrikalı ‘Christie’ ve bugüne kadar gelen onlarca model; cinsiyet, renk, meslek ve fantastik varoluşlarla renklenerek bir marka değeri haline geldiler.
Yönetmenliğini Greta Gerwig’in üstlendiği Barbie filminin trial’ını izlerken o pembe dünyanın atmosferine giriyorum. Markalar üzerinden gerçekleştirdiği bütünsel iletişim süreci gerçekten yapışkan bir etki bırakıyor zihinlerde. Filmin, Barbie’nin anti-feminist duruşuna nasıl yanıtlar ürettiğini merak ediyorum. Özenle ve elbirliğiyle yaratılan bir ‘Amerikan rüyasının’, ‘DreamHouse’a dönüştüğü post-truth bir dünyanın kutsanmasıyla mı karşılaşacağım acaba, yoksa dünyaya yayılan pembe bir zombileşme haliyle mi?
Barbie’nin yıllar boyunca aldığı eleştirilerle birlikte tüm kadınlık hallerinin üzerine giydirilmesine; ev hanımından cerraha, Budist Barbie’den denizkızına uzanan kimlik yolculuğunda toplumun tüm dayatmacılığını nasıl üstlendiğine şahit oluyoruz. Belki en başından itibaren Barbara Millicent Roberts kalabilseydi daha özgün olacaktı. Filmde de sanırım Barbie’nin tüm bu koşullandırmalara karşı ‘kendi olma, kendi kalma’ hali işleniyor. İzleyip göreceğim…
Savunma sanatlarında ‘Fa Jin’ dediğimiz bir teknik vardır. Tekrarlayan hareketler yaparak kinetik enerji oluştururuz ve daha sonra kullanmak üzere saklarız. Enerjiyi serbest bırakmayı seçtiğimizde, patlayıcı bir hız ve güç ortaya çıkar. Barbie filminin iletişim stratejisi bana bu uygulamayı çağrıştırıyor. Filmin öncesinde çoklu markalar üzerinden oluşturulan tekrarlarla filme yönelik büyük bir kinetik enerji başarıyla oluşturuldu; sinema salonlarında patlayıcı pembe bir yumruk olarak zihinlerimizin bariyerlerini kırabilecek mi bakalım. Eleştirel süzgeçleriniz tıkalıysa bu gücün karşısında direnç gösteremeyeceğinize emin olabilirsiniz. ☺
Bahar Nihal Ersözlü works as a Content Director at Ba'ndo Design Agency.