Jung’u Çok Seviyorum ama Freud’a da Boş Değilim

- PUBLISHER
- Doğa Erdağ
- CATEGORY
- opinion
- DATE
- 07/05/2025
İnsanlık tarihinin en eski sorularından biri: “Rüya mı gerçek, yoksa gerçek mi rüya?”
Benim bu soruya verecek bazı cevaplarım var. Bazı geceler gözlerimi açtığımda, her şey tanıdık olduğu hâlde garip bir yabancılık yaşıyorum. Eşyalar yerli yerinde ama sanki daha önce onları hiç görmemişim gibi hissediyorum. Bu yabancılaşmanın içinde, bir boşlukta asılı kalmış gibi hissediyorum. Şimdi, şunu merak ediyorum: Gerçekten uyanık olduğumuzu ne zaman fark ettik? Zamanla, rüyalarla olan ilişkim daha da derinleşmeye başladı.
Bir süredir rüya günlüğü tutuyorum. Çünkü rüyada uyanma hissini deneyimlemenin (lucid rüya) pratiklerinden biri rüya günlüğü tutmak ile başlıyor. Her sabah ilk iş, gece gördüğüm rüyaları not ediyorum. İlk başta bu sadece eğlenceydi benim için. Saçma hikâyeleri kaybolmadan kayda geçirmek gibi. Ama zamanla bir şey fark ettim. Rüyalarımda; üzerini örttüğüm dürtüleri, kaçtığım yüzleşmeleri ve utandığım anları görüyordum. Her biri bütün çıplaklığıyla “yaşa beni” diye bağırıyordu bana. Kaçamayacağım şekilde karşımdalardı.
Tabii rüyalardan bahsedip “O” kişiden bahsetmemek olmaz. Sigmund Freud’a göre gündüz susturduğumuz arzular, korkular, suçluluklar rüyalarda sansürlenerek semboller hâlinde açığa çıkar. Uygar maskemin düştüğü, gerçek yüzümün ortaya çıktığı bir yer için pratik yaptığımı fark ettim. Heyecan verici değil mi? Arttırıyorum. Küçükken uyurgezerdim; koridorda yürürken gözlerimi açar, yatağa geri dönerdim. Bazen de ablamla sohbet ederdim. Artık tek yaşadığım için bir şahidim yok eğer geceleri uyanıyorsam… Büyüyünce iyice düşünmeye başladım. Uyurken bana neler oluyordu? Bu çıplaklık karşısında seyirci kalmak yetmedi bana. İçinde yürümek istedim rüyalarımın. Son zamanlarda birkaç kere deneyimledim ama henüz başlangıç öğrencisiyim diyebilirim. O anlarda bilinçdışımın seyircisi değil, ana oyuncusuydum. Bence normal rüyalar insana ayna tutar ama lucid rüya aynanın içine adım atmaktır.
Platon mağara alegorisinde demiş ki: “Gördüğümüz şeyler sadece gölgelerden ibarettir; gerçeklik gölgelerin ardındadır.” Artık o gerçekliğin peşinden daha kararlı gitmeye hazırım.
Dediğim gibi, rüyalarla ilgili çok düşünüyorum. Hatta erkeklerden bile daha fazla düşünüyorum rüyaları. Bu düşünceler arasında Jung’un arketiplerinin de büyük yeri var. Carl Jung, rüyaları yalnızca bastırılmış arzuların dışavurumu olarak görmez. Ona göre rüyalar; dürtüler kadar kadim arketipleri de içerir. Bu kısım sıkıcı geldiyse, arketiplerden bahsetmeden önce biraz dedikodu yapalım.

“Artık seninle kişisel bir bağımız kalmadığını üzülerek bildiriyorum.” Ne trajik bir mektup! Ve böylece modern psikolojinin iki büyük devi yollarını ayırdı… Dramaya bayılırım.
Arketiplere geri dönelim şimdi. Arketip nedir derseniz… Bunu çok basitçe anlatacağım. Örneğin: anne figürü, kahraman, bilge adam ya da korkutucu gölge… Rüyalarımıza “arketipler” gizlice sızar. Yani Jung’a göre, rüyalarınızda gördüğünüz yaşlı komşunuz sadece kişisel bir hafıza ürünü olmayabilir. Komşunuz Fatma Teyze bilgeliği simgeliyor olabilir!
Rüya görmek sadece gece gözlerimizi kapattığımızda olmuyor aslında. Netflix'te izlediğim How to Change Your Mind belgeseli bana bunu çok düşündürdü. Michael Pollan’ın anlattığına göre, insanlar terapi amacıyla psilosibin içeren mantarları kullanıyor ve sonrasında adeta gözleri açıkken rüya görüyorlardı. Yani belgeseldeki insanların mantar sonrası yaşadığı hâl, bizim rüyalarda yaşadığımız çıplak ve sansürsüz yüzleşmelere çok benziyor. Buna “uyanık rüya” (waking dream) bile diyebiliriz bir anlamda.
Özetle, psilosibin etkisindeki bir zihin, uyanık olmasına rağmen rüya görüyormuş gibi çalışır. Aslında psikedelik deneyimler ve rüyalar aynı şeyi söylüyor olabilir mi? Gerçek sandığımız dünya, bilinç kapılarından yalnızca bir tanesi. Arkasında kim bilir kaç dünya daha var.
“Zihnin kapıları açıldığında, en basit gerçekler bile bir mucize gibi görünür.” – Michael Pollan
Çok iyi sözmüş…
Bütün bu düşüncelerden bir adım geri çekildiğimde kendime diyorum ki bu konuyu bu denli didiklememeliyim. Sonuçta bilinçdışımın dipsiz kuyularında neyle karşılaşacağımı bilmiyorum. Ama bilinmez olanı arzulamaz mıyız? Gizemli olana merakımız hiç bitmez. Öyle değil mi?
Rüyalar sadece saçma anlar bütünü değil, insanlığın ortak hafızasının yankıları olabilir. Bilinçdışımızda bizden önce yaşamış sayısız insanın hevesleri, korkuları, umutları birikir.
Şimdi rüyalarla ilgili beni en çok etkileyen fikirden bahsedeceğim ve uyuyup rüyalarıma geri döneceğim.
Rüyalar sadece saçma anlar bütünü değil, insanlığın ortak hafızasının yankıları olabilir. Bilinçdışımızda bizden önce yaşamış sayısız insanın hevesleri, korkuları, umutları birikir. Rüyadaki karanlık sadece bireysel korkuları değil, insan olmanın en eski, en ilkel duygularını sembolize eder.
Şimdi çok kısa araya gireceğim. Nerede gördüm, duydum hatırlamıyorum ama bir diyalogda kişi, diğerine neden ağladığını sorduğunda diğeri “Bazen sadece insan olmak ağlatır.” demişti. Bu söz aklımdan hiç çıkmadı. Sadece var olduğumuz için bile ağlayabiliyoruz. Her şeyi kişisel düşünüyoruz ama insanız işte. İnsan olmak rüya gördürüyor, duygularımızı yaşatıyor, bu yazıyı yazmamı sağlıyor. Biz de her şeyi kişisel sanıp kendimize yoruyor ve kendimizi gözümüz kör olmuş seviyede önemsiyoruz.

Bazen rüyalarımda sanki hiç tanımadığım bir hatıranın içinden geçiyorum ama bazen de bastırdığım arzular beliriyor. Jung’u çok seviyorum ama Freud’a da boş değilim yani.
Rüyalarım beni bekliyor.
Belki de bu gece,
bir başka kadim rüyanın içinde
kendime uyanırım.
İyi uykular.
Doğa Erdağ is a designer at Ba’ndo.